1. Koyma, konulma: Hânene etti çün ki vaz’-ı kadem / Fıtnatâ müjde sana çekme elem (Fıtnat Hanım). Nakş-ı nâmın münşî-i takdîr yazmıştı dile / Levh-i Mahfûz’a kalem tâ vaz’-ı imzâ etmeden (Leskofçalı Gālib).
2. Ortaya koyma, düzenleme, tedvin etme: “Vaz’-ı kānun.” “Vaz’-ı usûl.” Vaz’-ı kāide ile örf-i isti’mal beyninde olan mübâyenet… (Nâmık Kemal).
3. Belirleme, tâyin etme, tespit etme: “Vaz’-ı resm-i ağnam.” “Vaz’-ı cizye.”
4. Vaziyet, tavır, duruş, biçim: Zımnında olmasa eğer ümmîd-i âfiyet / Hazm eylemezdi vaz’-ı etibbâyı hastalar (Nâbî’den). Âşıka etmek ne lâyık / Böyle vaz’-ı nâ-becâyı (Enderunlu Vâsıf). Eğildi bir vaz’-ı ihtiramla zevcesinin solgun alnından öptü (Hüseyin R. Gürpınar).
5. eski. Dil bilgisinin, kelimelerin konulduğu ilk anlamlarından (vaz’-ı aslîlerinden) bahseden kolu: “Vicdan kelimesinin vaz’-ı aslîsi “bulmak” ise de daha sonra bugünkü mânâsını kazanmıştır.”
ѻ Vaz’ etmek: Bk. VAZETMEK. Vaz’-ı haml: Bk. VAZIHAML. Vaz’-ı yed: Bk. VAZIYED.
● Vaz’an (ﻭﺿﻌﺎً) zf. (vaż‘ın tenvinli şekli)
1. Vaziyeti îtibâriyle.
2. Kelimenin asıl anlamı, lugat mânâsı bakımından.
Kaynak : https://lugatim.com
« Sözlüğe geri dön.