Mücerret


« Back to Glossary Index

1. Madde ve cisim hâlinde olmayan: Nev-bahâr-ı bâğ-ı hüsnü ol kadar olmuş latîf / Gūyiyâ rûh-i mücerred bir gül-i zîbâsıdır (Leskofçalı Gālib). O yolcu rûh-ı mücerred kadar musaffâdır (Hüseyin Sîret). Birkaç güvercin, avlunun mermerleri üzerinde çok mücerret bir bahçede gezinir gibi salınıyorlardı (Ahmet H. Tanpınar).
2. Düşüncede var olan, zihinde soyutlama, tecrit yoluyle elde edilen, soyut (fikir, kavram, tasavvur): Çünkü fikirler mücerrettir (Ömer Seyfeddin). Benim mücerret nazariyelerime karşı muârızlarımın müptezel teşbihler ve müşahhas delillerle müdâfaa ettikleri tez bu câhil efkârıumûmiyeyi aldatabilirdi (Peyâmi Safâ). Belki asıl zaman, mutlak mânâsında zaman odur ve ben şimdi onun mücerret âleminde yaşıyorum (Ahmet H. Tanpınar).
3. Katıksız, karışıksız, saf, hâlis: Bâzûları kevser-i muhalled / Engüşteri cevher-i mücerred (Şeyh Gālib).
4. Yalın, çıplak: “Seyf-i mücerred: Yalın kılıç.”
5. Yalnız, tek, tek başına, münferit: Etrâfı bir küçük parmaklıkla setredilmiş bir mücerret mezarın kenarında tevakkuf etti (Sâmipaşazâde Sezâî). Metin tahlîli usûlüne dâir umûmî ve mücerret bir kitap yazmak bize tehlikeli göründü (Mehmet Kaplan).
6. sıf. ve i. eski. Evlenmemiş bekâr (erkek): Sana oğlanın havâîliğini gider dedikse onu kulağı küpeli mücerret derviş yap mı dedik? (Safiye Erol). Meselâ Alevî-Kızılbaş Türkmenleri’nde ve köy Bektâşîler’inde evlilik ve âile kurumu son derece önemli ve kutsaldır. İslâmiyet’in de ısrarla üzerinde durduğu bir müessesedir. Balım Sultan’dan sonra hiç evlenmeyen mücerret dervişler zümresi yaratılması ve onların saklı-gizli evlenmelerini önlemek için kulaklarına küpe (mengûş) takma usûlünün getirilmesi onlar tarafından çok yadırganmıştır (Rûhi Fığlalı).
7. mat. Soyut, abstre: “Bu’d-ı mücerret.”
8. i. eski. edeb. Noktasız harflerle yazılmış şiir veya nesir, mahzuf.
9. dilb. Arapça’da üç veya dört asıl harfi olan, asıl harflerine elif, te, mim, vav, yâ gibi zâit harflerden biri eklenmemiş bulunan (fiil veya mastar): “Sülâsî mücerret: Üç harfli mücerret (fiil veya mastar).” “Rubâî mücerret: Dört harfli mücerret (fiil veya mastar).”
10. sıf. ve i. tasavvuf. Dünyâya âit zevk ve ihtiraslardan soyunup zâhirini mal ve mülkten, bâtınını Allah’tan gayri her şeyden temizleyen, tecrit eden (derviş, sâlik): Mücerredim deyü dâvâ kılanlar (Pir Sultan Abdal).
11. zf. Yalnız, yalnızca, sâdece, ancak, sırf: Avrupa’da bir matbaa, açmak mücerret vatana, devlete ihânet fikrinden mi münbais olur? (Ebüzziyâ Tevfik’ten). Görünüşe bakılırsa mücerret İngilizce’yi unutmamak için doktorun sohbetini istediği anlaşılır (Ahmed Midhat Efendi). Hâlet Efendi, onu İstanbul’da tutmayıp mücerret tahkir için hasis işlerle taşralarda dolaştırırdı (Fâik Reşat).

 

Kaynak : https://lugatim.com

« Sözlüğe geri dön.