1. Yer, mekân, mevki, cay: Şu para çıkınını yarına kadar bu câmiin bir köşesinde saklamak istiyorum, ama münâsip bir mahal bulamıyorum (Fâik Reşat). Arabacının kendilerini îsal edeceği mahalle râzı olup susarlar (Hüseyin R. Gürpınar). Bu oda onların da bir nevi karargâhı, ziyâret ve istirâhat mahalli sayılırdı (Sâmiha Ayverdi).
2. sıf. Yerinde, uygun, lâyık, münâsip, mehel: Of, bunun gibi adamın korktuğuna uğraması ne kadar mahaldir (Ahmed Vefik Paşa).
ѻ Mahal kalmamak: Lüzûmu olmamak, gerek kalmamak: Size hatırlatılmadığını söylemeye mahal kalmasın (Ahmed Midhat Efendi). Mahal olmak: Uygun ve gerekli görülmek: Üstüne voli ve dalyan kurulan deniz, göl ve nehirlerin tasarruf ve mülkiyete mahal olması meselesi dalyan kurmak isteyenlerin karşısına çıkardı (Sâmiha Ayverdi). Mahal yok: Gerek yok: Hiç tereddüde mahal yok (Hüseyin R. Gürpınar). Bence hakîkat-bin olmalı, bedbin olmaya mahal yoktur (Yahyâ Kemal). Mahall-i sadaka: Durumu sadaka almaya uygun olan kimse, fakir. Mahall-i vakıf: Vakfedilen mal, mevkuf. Mahallü’l-bey’: Satılan şey: Mahallü’l-bey’ mebîden ibârettir (Cevdet Paşa).
Kaynak : https://lugatim.com
« Sözlüğe geri dön.