1. Doğru yolu gösterme: Bu feyz-i pür-bedâyi’le beni irşâd eder bir kuş (Cenap Şahâbeddin). Demek bu adamda hiss-i insâniyyet artık hiçbir sadâ-yı irşâdı işitmeyecek kadar sağırlaşmış değildi (Hâlit Z. Uşaklıgil). Tehlikeli bir düşman hücûmuna uğrayan kumandan, elindeki idâre dizginlerinin gevşediğini hisseden devlet adamı, yolunu şaşıran politikacı onun irşat ve nasîhatine başvurmaz mıydı? (Yâkup K. Karaosmanoğlu’ndan).
2. Mânen aydınlatma, hak yolunu gösterme, gafletten uyandırma, uyarma: Şerîfî değil mi cümleye üstâd / Ol değil mi bizi eyleyen irşâd (Âşık Ömer). Dâmenin muhkemce tut irşâd eder bir gün seni / Sıdk ile hizmetler et pîr-i mugāna ey gönül (Dertli). Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der / Dün mektebe gitti bugün üstâd olayım der (Rûhî-i Bağdâdî). Peygamber efendimizi rüyâsında görmesi ve kendisini irşâdı anlatılmaktadır (Orhan Ş. Gökyay).
● İrşâdat (ﺍﺭﺷﺎﺩﺍﺕ) i. (Ar. çoğul eki -āt ile) İrşatlar: Muzır îtiyādat ve emsâli, ancak irşâdât-ı hakîkiyyenin himmetiyle kesb-i hiffet eder (Ahmet Râsim).
Kaynak : https://lugatim.com
« Sözlüğe geri dön.