1. Ürkütücü hayal, ürkütücü hayâlî şey: Heykeller mahuf ve beyaz heyûlâlar hâlinde… (Ömer Seyfeddin). Daha bu sabah tarlayı gezdim, gördüğüm heyûlâyı elimle tartaklayıp düzenledim (Safiye Erol). Fakat bu patırdı esnâsında hayvan ve heyûlâlar kayboluyor (Burhan Felek).
2. Ne olduğu anlaşılmayan, şekli belirsiz büyük şey: Bana doğru heyûlâ gibi geliyor (Refik H. Karay). Daha ilerde son planda, koyu eflâtûnî heyûlâlar bu yumuşak çembere kendi sınırlarını katıyorlardı (Ahmet H. Tanpınar).
3. fels. Kendisinden her şeyin var edildiği, kendisinde varlıkların sûretleri zâhir olan ilk prensip, ilk cevher, ilk madde: Bir aceb sırr-ı nihânîdir heyûlâ-yı vücûd / Sûret-i eşyâda hem mevcûd hem nâbûd olur (Leskofçalı Gālib). Nûru tutmuş âlemi mihr-i tecellâ bî-nişan / Bağlamış sûret cihân ammâ heyûlâ bî-nişan (Leskofçalı Gālib). Zîra heyûlâ akılda bir emr-i mevhumdur, ancak sûret ile onun vücûduna istidlâl olunur (Ahmet A. Konuk).
● Heyûlâî – Heyûlânî ( ﻫﻴﻮﻻﻧﻰ– ﻫﻴﻮﻻﺋﻰ) sıf. (nispet eki -і ile) Heyûlâ ile ilgili, ilk cevhere âit.
● Heyûlâniyun (ﻫﻴﻮﻻﻧﻴﻮﻥ) i. (Ar. çoğul eki -ūn ile) Maddeciler, materyalistler.
Kaynak : https://lugatim.com
« Sözlüğe geri dön.