1. Savaş, cenk, kavga: Ne cidâl isterim ne câh ararım (Muallim Nâci). Ankara’nın toprakları cidal zeminlerine yakışır çetinliktedir (Rûşen E. Ünaydın). İnsan aklı almayacak kadar uzun ve kanlı bir cidal (Hâlide E. Adıvar).
2. Şiddetli ve sert tartışma, kavgalı konuşma, çekişme: İzhâr-ı kîn şiâr-ı dil-i zârımız değil / Ağyâr ile cidâl bizim kârımız değil (Nâbî). Nihâl’e bir kelime daha söylemek, mevcut olmayan bir cidal zemîni yaratmak demektir (Hâlit Z. Uşaklıgil).
ѻ Cidal etmek: Kavga etmek, mücâdele etmek: Zülfün gehî cîm eder ü gâh dâl eder / Bildim benimle ol gözü mestim cidâl eder (Rûhî-i Bağdâdî). Falan senin hakkında nâ-sezâ söz söyledi, ben onunla cidal ettim (Âlî Mustafa Efendi).
● Cidal-cû (ﺟﺪﺍﻟﺠﻮ) birl. sıf. (Fars. cū “arayan” ile) Kavgacı, kavga arayan.
● Cidal-gâh (ﺟﺪﺍﻟﮕﺎﻩ) tür. i. (Fars. yer bildiren -gāh ekiyle)
1. Savaş meydanı, mücâdele yeri, cedelgâh.
2. mec. Dünya: Cidal-gâh-ı âleme vedâ eyledi (Süleyman Nazif).
Kaynak: https://lugatim.com
« Sözlüğe geri dön.